MUTLULUK

Hintli bilge Sathya Sai Baba'ya göre, gerçekten mutlu olmak için gereken,

  • Tek bir Tanrının varlığına inanmak ve onun her şeyi bildiğini kabul etmek 
  • Tek bir sosyal sınıfın varlığına inanmak ve onun insanlık olduğunu kabul etmek
  • Tek bir dilin varlığına inanmak ve onun kalbin dili olduğunu kabul etmek
  • Tek bir dinin varlığına inanmak ve onun sevgi olduğunu kabul etmektir. (Peggy Mason, Ron Laing, Sathya Sai Baba; The embodiment of love. Ganesh and Co., 1995)

Bir alıntı da Işıl Özgentürk'den, "…İçlerinde sarı saçlılar, siyah saçlılar, kahverengi saçlılar var. İçlerinde çekik gözlüler, mavi gözlüler, yeşil gözlüler var. Kiminin derisi sarı, kiminin derisi siyah, kiminin karbeyaz. Ama hepsinin yürekleri aynı renk. Ve bu rengin söylediği tek bir türkü var: Barış!…" ("Al Gözüm Seyreyle", Cumhuriyet, 23 Nisan 2002)

Oysa insan ne yapıyor? Kendi hemcinslerini önce renklerine, inançlarına göre sınıflandırıyor, sonra yaşadığı topraklara, cinsiyetlerine, ekonomik düzeylerine göre ayırıyor. Bundan sonra da kendine benzemeyenleri düşman ilan ediyor. Düşmanlıklar ve kin, ülkeler düzeyinde olduğu gibi kişiler düzeyinde de yok mu? Kendileriyle aynı eğitim düzeyinde ya da aynı ekonomik düzeyde olmadığı için çevrelerindeki kişileri küçümseyen, değersiz bulanlar, örneğin.

Yine Sathya Sai Baba'yı dinleyelim: "Mutluluğun sırrı sevdiğimiz bir şeyi yapmak değil, yaptığımız şeyi sevmektir" diyor bu bilge kişi. Bir şeyi yapmayı çok istediğiniz zaman nedenini hiç sordunuz mu kendi kendinize? Bu isteğin arkasında başkalarının beğeni dolu bakışını görmek, başkalarından üstün olmak, aferin almak, ya da herkes gibi yapmak, herkes gibi olmak mı var acaba?

İnsanların mutsuzluklarının başlıca iki nedeni olduğunu söylüyor düşünürler: cehalet ve bağımlılık.

Dünyanın en büyük üniversitesinden en yüksek derecelerle mezun olmuş bir kişi, şayet tüm bilimini kendisine söylenenlere ve okuduğu kitaplardan edindiği kalıp bilgilere dayandırıyorsa, hiçbir kuralın temelini araştırmadıysa, yanlış önyargılarla yüklüyse, bilinci bulanmış gerçek bir cahildir. Öncelikle özgürlükten ve sorumluluk duygusundan yoksundur.

Özgürlük, kişi kalıplarından, bağımlılıklarından kurtulduğunda başlıyor. Yakınlarına duyduğu sevginin bağımlılığa dönüşmesi, kişiyi hükmeden ya da boyun eğen bir insan yapıyor. Öteki olmadan tek başına var olamayan bağımlı bir varlığa dönüştürüyor. Tutsağı olduğu hastalıklar, kahve, şeker, uyuşturucu, alkol, sigara, ilaç, seks … gibi türlü bağımlılıklar, hepsi kişinin özgürlüğünü kısıtlıyor. Herkesin beğendiği, imrendiği gibi olmak, başkaları gibi olmak kişinin özgürlüğünü yok ediyor. Kitleleri izlemekten kurtulduğunda "özgür bir balığa" dönüşüyor kişi.  . Bir Hırvat atasözü olduğu söylenen şu sözü seviyorum, "sadece ölü balıklar akıntıyla yüzer ".

Sorumluluk ise içimizdeki yargılama eğilimini kontrol altına almakla başlıyor. Kendimizde görmek istemediğimizi başkasında eleştiriyoruz. Yaşamımızın, mutluluğumuzun, sağlığımızın sorumluluğunu almayı bilmiyor, mutsuzluklarımızın, hatta hastalıklarımızın sorumluluğunu başkalarına yükleyerek kurtulmaya çalışıyoruz.

"İnsanlar kendileri dışında herkesten ve her şeyden çok şey beklerler ama ne yazık ki, kendilerinden bir şey beklemezler. Oysa doğru beklenti kişinin her şeyi kendisinden, kendi gücünden, kendi çalışmasından beklemesidir." diyor, Dr. Erdal Atabek, "Bizim duygusal zekamız" başlıklı kitabında (Altın Kitaplar Yayınevi)

Bu hayatı biz yaşıyoruz ve biz istediğimiz gibi yönlendirebiliriz. Sevgiyi, olumlu düşünmeyi, basit gerçeklerde güzellikler bulmayı öğrenelim, kendi yaşamımızdan sorumlu olmayı bilelim, çevremize olumlu, yapıcı enerjimizi yayalım . Sonra zaten yaşam bize armağanlarını sunacaktır.

Not: Bu bölümde yararlanılan kaynak: Abrezol, Dr. Raymond, Vivre heureux ‘ici et maintenant’; d’amour, de bonheur, de réussite. Trois Fontaines, Les Tattes, 1993.

Yazıyı Paylaş :